Konuşmak mı daha iyi yoksa ölmek mi?
Kendimi bildiğimden beri İtalyan bağ evinde, sevdiğim kalabalıklarla kurulan sofralarda uzun ve doyurucu sohbetler içerisinde yaşamayı hayal ettim. Tahminim Bertolucci’nin “Çalınmış Güzellik” filminden sonra aklıma yerleşen ve hiç çıkmayan bir hayal oldu.
261 adaylık, 95 ödül ve en iyi uyarlama senaryo dalında Oskar alan “Beni Adınla Çağır”a önce isminin enteresanlığı ardından Kuzey İtalya’da geçmesi nedeniyle konusundan bağımsız başlamadan sevdim, seyrettikten sonra da çok beğendim. Yazar Andre Aciman’ın romanından uyarlanan ünlü yönetmen Luca Guadagnino’nun senaristlerinden biri olduğu ve yönettiği film benim ve belki de birçok sinema sever için özel bir yere sahip.
Klasik müzik okuyan Elio’nun babası Greko-Roma kültüründe uzmanlaşmış bir profesör, annesi ise tercüman ve evde tüm aile İngilizce, İtalyanca ve Fransızca konuşarak hayatlarını üst düzey bir entellektüalite içinde gayet mutlu yaşıyor. Elio’da bu bilgi birikimi içerisinde yaşından daha ileri yetişkinlikte bir duruşa sahip olsa da esasında içinde daha olgunlaşmamış birçok duyguyu barındırıyor. Oliver ise babasının öğrencisi ve doktorası ardından yazın staj yapmak için ailenin evine gelen bir genç.
Yetişkinliğin eşiğinde olan ve kafası biraz karışık olsa da kendine güvenen 24 yaşında Amerikalı Oliver ile 17 yaşında ergenlikten çıkmaya çalışan zeki ve cesur çocuk Amerikalı-İtalyan Elio’nun “queer“ aşk hikayesi içinde buluyoruz kendimizi.
Uzun bir yaz tatili, sıcak, güneşli gökyüzü, hafif meltemleri, yemyeşil nehri ve doğa harikası bir kırsalın tam ortasında yaşanan unutulmaz bir ilişki… Yaz tatilinin getirdiği hayatın yavaş akışı filme de yansıyor o yüzden keyfini çıkara çıkara sakinlik içerisinde izlemek daha da mutlu etti beni.
Ama bu filmi bir yaz aşkı hikayesi olarak betimlemek doğru olmaz. İster homoseksüel ister heteroseksüel ne olduğu fark etmez cinselliğini keşfetmeye çalışan bir gencin iç dünyasına tanık olduğumuz bir öykü bu. Çok sevdiği ve nasıl kopacağını bilemediği ve hatta belki de hayatında bir daha yaşayamayacağı bir ilişkiyi bulmak ile ilgili bir hikaye … İki erkeğin arasında geçen cüretkar bölümler benim bugüne kadar gördüğüm en cesur sahnelere sahip ancak “müstehcen” değil gayet gerçek hayatın içinden çıkmış doğal bir süreç…
Elio ve Oliver… Bir birlerini anlama, duygularını “ahlak”i kurallar baskısı içerisinde itiraf edememe, heteroseksüel davranışlarının getirdiği kıskançlıklar, kıskançlığın getirdiği huysuzlukları ile süren flört etme dönemi filmin ilk bir saatini gerilimi yukarı çekerek sürdürüyor. Yaşamak istedikleri ilişki için o kadar tereddüt ve çekingenlik içinde sancılı bir dönem geçiyorlar ki… Kırılım noktası Elio’nun annesinin ailesine okuduğu bir aşk hikayesinde cümle oluyor:
“Konuşmak mı daha iyi yoksa ölmek mi? “
Elio konuşmayı seçiyor, harekete geçiyor ve ok yaydan çıkıyor.
Zeus, Şeftali ve Sadece Aşk İçeren Bir Hikaye Başlıyor….
Tam külkedisi gibi gece yarısı buluştukları ve muhteşem bir gece sonrasında Oliver, Elio’ya çok anlamlı bir cümle fısıldıyor: “Bana senin adınla hitap et, ben de sana benimkiyle”. “Karşılıklılık Prensibi”ne inanan bir kişi olarak bu sahne beni oldukça etkiledi.
Yunan mitolojisine göre baktığımızda; insanlar 4 kol, 4 bacak ve 2yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. Diğer yarını bulduğunda “aşk” sizi birlikte tutar, birbirinizi tamamlarsınız.
Filmin en çok konuşulan bir diğer sahnesi ise önce Elio’nun sonrasında Oliver’ın da katıldığı bir şeftali üzerinden duygularına teslim olma ve kabullenme anı. Yazar Aciman kitapta bu duyguları çok güzel anlatmış ama tabi sahnede işler bayağı zorlaşıyor. Seyredin bakalım siz nasıl yorumlayacaksınız?
Birbirlerini kaybetmemecesine sarmaladıkları bu atmosferde esasında gerçek buldukları bu duygu hazinesinin bitmesinin gerektiğini ikisi de acıyla kabul etmeye çalışıyor. Burada devreye entelektüel yapısı belki de zamanında kendi tercihlerinden vaz geçen umut ve sevgi dolu bir baba karşılıyor bizi. Ez cümle baba oğlunu anlayışla sarıp sarmalıyor ve hayatta bazen bazı şeylerin bir kere yaşanabileceğini ve bunların kıymetinin bilinmesini, içeriğinin önemli olmadığını esas duyguların ön planda olması gerektiğini anlatıyor.
Bence filmde en altı çizilmesi gereken konu; başta babanın sonra tüm ailenin Elio’yu anlayan tavrı, yaşanan ilişkiyi homoseksüalite üzerinden değil iki insanın yaşadığı özel bir duygusal ilişki olarak değerlendirmeleri. Yönetmen Guadagnino filmle gelen eleştirilere yanıt olarak güçlü bir evrensellik yaratmak için aileyi vurgulamayı dilediğini belirtiyor. Bence başarmış.
Bazı eleştirmenler bu ilişki içerisinde taciz olduğu ve ahlaki açıdan sorgulanması gerektiğini belirtiyor, filmin Türkiye’de oynatılmamasına karar verilse de Film Ekim’inde vizyona giriyor. Dünya üzerindeki mevcudiyetimizi yüzyıllardır tüketmeye devam ederken artık bazı kavramları güncellememiz gerek. Var olduğumuzdan beri sanki sadece heteroseksüel ilişkiler yaşanıyor da son yıllarda hayatımıza homoseksüalite yeni girmiş gibi yapıyoruz. Bu var oluşun doğal olmasını neden kabul edip bununla yüzleşemiyoruz?
Filmin Türü: Dram, Romantizm
Yönetmen: Luca Guadagnino
Oyuncular: Timothée Chalamet, Armie Hammer, Michael Stuhbarg
Yıl: 2017
Imbd: 7,8
Bir Cevap Yazın